İsmini mermerden alan Marmara Adası’nda mermer ocakları yüzyıllardan beri işletiliyor. 1912 yılında İngilizler tarafından inşa edilen ve günümüz modern mermer fabrikalarının ilki kabul edebileceğimiz fabrika, Marmara Adası’nda bulunuyor. Bir mühendislik anıtı olan adadaki ilk mermer fabrikası, 1974 yılına kadar üretimini sürdürmüş.
Ülkemizdeki ilk mermer fabrikası Marmara Adası’nın Saraylar Beldesi’nde 1912 yılında kuruldu. İngiliz ve Belçika ortak yapımı olan fabrika buharla çalışıyordu. İçerisinde sekiz katrak bulunuyordu.
2 bin 700 yıllık taş işlemeciliği mazisine sahip Saraylar Beldesi’nde, XX. yüzyılın başında tek bir mermer fabrikası dahi yoktu.
Geçmişte Efes’e bile taş gönderecek mermer zenginliğine sahip olan bu adada, mermer biçebilecek böyle bir fabrika olmaması büyük bir eksiklikti.
Unkapanı’nda bir mermer atölyesine sahip olan Mehmet Efendi, bu eksikliği tesbit ederek, o zamanın armatörü Paşabahçeli Hakkı Bey ve Manizade’den bir kişiyle daha birleşip, Marmara Adası’nda ilk mermer fabrikasını hizmete açtı. Fabrikayı İngilizler`e inşa ettirdiler ve 1912 yılında resmi olarak faaliyete geçirdiler.
1912`den 1930`a kadar çalışan fabrika, 1930 yılında ortaklar arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle yine mermer işiyle ilgilenen Salih Sabri Karagözoğlu’na satıldı.
Fabrikanın Salih Sabri Karagözoğlu’na satıldığı yıllarda Ankara yeniden kuruluyordu. Bakanlıklar, istasyonlar, bütün binalar olduğu gibi mermer işleriyle yapılıyordu. Türkiye`de de tek mermer fabrikası vardı ve fabrika, henüz tam kapasite çalışmadığı için ihtiyacı karşılayamıyordu. Bu nedenle halen İtalya`dan Türkiye’ye ithal ediliyordu.
Salih Sabri Karagözoğlu, fabrikayı aldıktan sonra Ankara`nın da imarı başlamış ve Atatürk`e kadar çıkmış. Böyle bir fabrikanın faaliyete geçtiğini söylemiş ve Atatürk’ün desteğiye İtalya`dan mermer ithalatı durdurularak tüm ihtiyaç Marmara Adası’ndaki bu fabrikadan temin edilmeye başlanmış.
Marmara Adası’na yaptığımız ziyarette, adada yıllardır yaşayan ve ilk mermer fabrikasında görev almış kişilerle görüştük. Bize o zamanki teknolojik yokluk içinde böyle bir fabrikanın nasıl bir sistemle çalıştırıldığını anlattılar. İşte Marmara Adası’nın yerlilerinin dilinden ilk fabrikamızın hikâyesi:
“Türkiye’de ilk sekiz katrağın bir arada yapıldığı bir fabrika. Saatte 1 cm kesiliyordu ve buharla çalışıyordu. Kömürü ve kumu, dışarıdan naklediliyordu. Buradaki ocaklardan toplanan taş bu sahada biriktirilip, burada biçiliyordu. Daha sonra fabrika bacası çürüdü, buhar kazanları çürüdü ve kapandı. Buraya dışarıdan da taş geliyormuş diğer ocaklardan. Onlar da bu sahada biçilmiş olarak var. İşletme, 1974 yılında faaliyetlerine son verdi.
Burası Türkiye’nin ilk fabrikası ve sekiz katrak bir arada olan bir fabrika. Bunun bir benzerinin de İtalya’da olduğu söyleniyor.
Bu fabrikada biçilen taşlar dışarıdan gemilerle bu iskeleye geliyor, insan gücüyle raylardan içeriye alınıyor ve biçiliyordu. Marmara taşı da kamyonlarla fabrika sahasına alınıp, vinçle indirilerek, burada biçiliyordu. Bir taş bir haftada bitiyor, biçilen taş da tekrar raylar vasıtasıyla buradan gemiye yüklenip, İstanbul’a, İzmir’e ve Türkiye’nin her yerine gönderiliyordu.”
Peki, o günün teknolojik yetersizliğine rağmen böyle güç isteyen bir üretim nasıl bir sistemle yapılabiliyordu? Bu işlemi de yine ada sakinlerinin ağzından dinliyoruz:
“Bu fabrikanın ana makinesi buharla çalışıyor. İlk hareket, ana makineden ana mile… Ondan sonra da kesim makineleri katraklara hareket veriyor. Yedi katrak bir tarafta bir katrak da burada, toplam sekiz katrak çalıştırıyor. Bütün çalışan makineler, su pompaları, buhar pompaları hepsi kayış vasıtasıyla çalışıyor. Hiç elektrikli makine yok.
Katraklarımızın çalışma şeklini de anlatalım. `1 nolu katrak` kasnak vasıtasıyla çalışıyor. Güç aşağı-yukarı ilk ufak kasnakla iniyor.Blok girdikten sonra makine iniyor. Makine işini bitirdiğinde, kesin durması lazım. Buradaki sistemle kayış yer değişiyor, kasnaktan diğer boş kasnağa takılıyor ve o zaman bu makine stop ediyor. Ama bu sistem sürekli çalışıyor. Bu makine stop ettiğinde sistem kapatılmış değil. Su, yine kayışla, hidrolik pompa sistemiyle çalışıyor. Bu sistemle kum kazanlarına su atıyor, oradan devridaim yapıyor ve oradan mermerlerin üzerine akıyor. Eleklerden kum geçiyor; soket yok, elmas yok… Sadece saçla levhanın arasında kum vasıtasıyla, kuma elmas görevini yaptırıyor. Bu kumla blok kesimi devam ediyor. Bu makine bizim şimdi beş saatte kestiğimiz bloğu, o zaman beş gün, beş gecede kesiyormuş.
Sistemin işleyişinde, oluklarda bütün makinelerin üzerine giden bir su var. Bunlar oradan kumu alıyor devridaim motoruyla. Ve her blok tek tek çıkması icap ettiğinde kayışlar vasıtasıyla stop ettiriliyor. Öyle şalter malter yok. Kumu nasıl gelip topluyor? Dibinde pompalar var. Kayış vasıtasıyla pompa devridaim yapıyor, kum kazanına suyu basıyor. İkinci pompa suyu makinelere aktarıyor. Bu şekilde bu sekiz katrak, o dönemde daha kimsenin görmediği bir teknoljiyle buraya kurulmuş. Tarih 1912. 1912’de insanlar hiç araba görmemiş Marmara Adası`nda, ama sekiz katrak çalışıyormuş.”
Ada halkına bir de şunu sorduk: O dönemde insan gücü dışında bir imkân yok. İnsan gücüyle koskoca mermer bloklar nasıl fabrikaya getirilip kesiliyor ve tekrar nasıl limana indirilip Türkiye’nin çeşitli şehirlerine gönderiliyor? Bunun için o dönemde nasıl bir sistem kullanıldı? İşte cevabı:
“Taşımada kullanılan dört tekerlekli bir vagon. Blok, üzerine konuluyor, biçiliyor, plaka haline geldikten sonra bağlar çözülüyor, dışa alınıyor ve o vagonla beraber limana kadar naklediliyor. Limanda o günün şartlarında insan gücüyle o plakalar alınıyor ve geminin ambarına indiriliyor. Gemi dolana kadar bu meşakkatli iş sürüyor. Üstelik tek yüklenen mermer de değil. Gemi buraya gelirken, kömür yüklü geliyor. Yine insan gücüyle o kömür, ambarlardan limana indiriliyor. Oradan da tüm adaya dağıtılıyor.”